
Table of Contents
ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Salı günü görüşmeyi planladığını açıkladı. Trump, Salı günü duyuracağı bir haber olabileceğini söyledi.
Florida’dan Washington’a seyahati sırasında Air Force One uçağında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Trump, hafta sonu Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşı sona erdirme çabalarına atıfta bulunarak çok sayıda çalışma yapıldığını kaydetti.
Trump, “Savaşı sona erdirebilir miyiz görmek istiyoruz. Belki yapabiliriz, belki yapamayız ama bence çok iyi bir şansımız var” dedi.
ABD Başkanı gazetecilere, bu konudaki görüşmelerde toprak ve enerji santralleri başlıklarının da yer aldığını söyledi.
Ukrayna geçen hafta, ABD ile görüşmelerin ardından 30 günlük bir ateşkes planı üzerinde uzlaştıklarını açıklamıştı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de bu fikre katıldığını söylemiş ancak bazı koşullar getirmişti.
Amerika Birleşik Devletleri Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, “önümüzdeki haftalarda” bir anlaşmaya varılacağına inandığını söylemişti.
Witkoof, 13 Mart’ta Putin ile Moskova’da görüşmüştü.
16 Mart’ta CNN’e konuşan Witkoff, “Burada bir miktar ilerleme göreceğimiz konusunda gerçekten umutluyum” diye ekledi.
Ukrayna tarafıyla da görüşmeleri sürdürdüklerini belirten Witkoff, olası bir anlaşmada Ukrayna’da Rus işgali altındaki toprakların nasıl ele alınabileceğine ilişkin soruyu yanıtlamadı.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy 15 Mart’ta yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği dahil müttefiklerini Başkan Donald Trump ile konuşarak “Rusya’yı kapsamlı yaptırımlar ve güçlü bir baskıyla barışa zorlama” konusunda ikna etmeye çağırdı.
Trump’ın diplomatik çalkantısı
Oxford Üniversitesi’nde Rusya ve Avrasya çalışmaları alanında araştırma görevli Dr. Julie Newton, “Şubat 2025 itibarıyla, artık kurallara dayalı düzeni tehdit eden ülke ABD’dir” diyor.
Newton, buna gerekçe olarak da Trump’ın Ukrayna’nın doğal kaynakları üzerindeki kontrol taleplerini, Rusya ile ilişkileri normalleştirmesini ve Zelenski’ye yönelik saldırgan tutumunu, Avrupa’daki aşırı sağcı partilere verdiği desteği gösteriyor.
24 Şubat’ta, Ukrayna işgalinin üçüncü yıldönümünde, ABD, BM Genel Kurulu’nda Rusya’nın saldırganlığını kınayan bir karara karşı oy kullandı.
Bunun yerine ABD, çatışmada “her iki tarafın da yaşadığı trajik can kaybını” vurgulayan daha yumuşak bir açıklama önerdi. Bu arada Trump, Washington ile Moskova arasındaki ekonomik bağları yeniden kurmak için Putin ile görüşmeler yaptığını duyurdu.
Dr. Newton, “Trump’ın diplomatik devrimi, Helsinki Şartı’nın ilkelerini yerle bir ediyor ve ABD’yi kendi müttefiklerinin gözünde bir rakip konumuna getiriyor” diyor.
Helsinki Nihai Senedi, 1975 yılında ABD, Sovyetler Birliği ve Avrupa ülkeleri arasında imzalanan bir anlaşmaydı. Anlaşma, toprak bütünlüğü, sınırların ihlal edilemezliği ve iç işlerine müdahale etmeme ilkelerini güçlendirmeyi amaçlıyordu.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden Rusya uzmanı Sergey Radchenko, “Trump, Putin gibi düşünüyor, 19. yüzyılın emperyalistleri gibi” diyor.
Radchenko, “Avrupa önemli ekonomik güce ve Rusya’ya baskı yapabilecek finansal araçlara sahip” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Trump, Putin ile diyaloğunu ne kadar ileri götürürse götürsün, Avrupa ülkelerinin eş zamanlı olarak Rusya ile ilişkileri normalleştirmesi zor görünüyor.”
Atlantik Konseyi’nin Avrasya Merkezi’nden Shelby Magid’e göre, “liberal dünya düzeninin sonu” ilan etmek için henüz çok erken.
ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları hâlâ yürürlükte ve Trump yönetimi, bu yaptırımların yalnızca Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı sona erdirmesi halinde kaldırılacağını belirtti.
“Erken ve tehlikeli bir normalleşme riski olduğu konusunda hemfikirim, ancak henüz tam anlamıyla o noktaya ulaşmış değiliz” diyen Magid şunları söylüyor:
“Sonuçta, dünya düzeni üzerindeki kalıcı etki, savaşın nasıl sona ereceği ve barışın nasıl sağlanacağı ile belirlenecek, bu sürecin nasıl işlediğiyle değil.”
Düzeni koruyan Amerika’nın bozucu güce dönüşmesi
Geleneksel olarak, mevcut uluslararası düzeni değiştirmek isteyen ülkeler “revizyonist güçler” olarak tanımlanıyor. ABD’li politikacılar ve analistler uzun yıllardır Çin ve Rusya’yı bu kategoride değerlendiriyor.
Princeton Üniversitesi’nden Ikenberry’ye göre, ancak son dönemde ABD’nin kendisi “dünyanın en büyük revizyonist gücü” haline geldi.
Ikenberry, Trump yönetiminin ticaret ve ittifaklardan demokratik dayanışma ve insan hakları korumalarına kadar “liberal dünya düzeninin neredeyse her yönünü” ortadan kaldırmak için çalıştığını söylüyor.
Trump geçen günlerde yaptığı açıklamada “Yönetimim, geçmiş yönetimin ve açıkçası geçmişin dış politika başarısızlıklarından kesin bir kopuş yaşıyor” dedi.
Ekibinin getirdiği diğer radikal değişikliklerin aksine, dış politikanın doğrudan Başkan’ın yetki alanına girmesi, bu değişimin Kongre ve yargı tarafından engellenmesi özellikle zor olacaktır.
Trump yönetimi Rusya ile yakınlaşmaya yönelik hamlesini tam da ABD’nin çıkarları açısından çerçeveleyerek meşrulaştırdı.
ABD Başkan Yardımcısı JD Vance sosyal medyada yaptığı açıklamada, “Bu savaşın devam etmesi Rusya için kötü, Ukrayna için kötü, Avrupa için kötü. Ama en önemlisi, ABD için kötü” ifadelerini kullandı.
Ancak Trump’ın diplomatik devrimi, ABD kamuoyunda pek popüler değil.
Yapılan bir ankete göre, Amerikalılar Trump’ın en çok göç politikalarını desteklerken, Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin çatışmasındaki tutumunu en az destekledikleri politika olarak görüyor.
Amerikalıların üçte ikisinden fazlası Ukrayna’yı müttefik olarak görüyor ve neredeyse yarısı Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy hakkında olumlu görüş bildiriyor.