Son günlerde ABD ile Çin arasında tırmanan gerilim, yalnızca teknoloji ve sanayi sektörlerini değil, tarım ve gıda ticaretini de büyük bir belirsizliğin içine sürüklüyor. Bugün artık açıkça görülüyor ki, ticaret savaşlarının ilk ve en ağır darbeyi indirdiği alanlardan biri tarım ve gıda zinciri olmaya namzet duruyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu dünya, Soğuk Savaş ile birlikte çok acılar çekti. Sovyetlerin zayıflaması ve sonrasında oluşan küreselleşme sınırsız ticaret vaatleri ile sanal baharını yaşadı. 2010 yıl sonrası Çin Halk Cumhuriyeti’nin önlenemeyen yükselişi, ABD’de yıllar içinde artan bütçe açığı, birinci Trump döneminde ticaret savaşlarının denemesine neden oldu.
2016 yılında Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasıyla başlayan süreç, Biden’ın göreve gelmesiyle birlikte değişen dış politika sonucu, Rusya ile Ukrayna arasındaki gerginliklerin savaşa dönüşmesine yol açtı. Ardından AB’nin daha güvenlikçi politikalara sürüklenmesi, sonrasında başkan adayı Trump’a yapılan suikast, ikinci dönem tekrar Trump’ın seçilmesi Amerikan derin aklının ticaret savaşları ortamının yaratılması için bir planı olsa gerek. Tüm bu hamleler ile Rusya diz çöktürüldü, AB ülkeleri zayıf bırakıldı ve nihayetinde ana hedef olan Çin’in daha kolay kuşatılması hedeflendi.
ABD gümrük tarifelerini tüm ülkeler için eşit oranda artırmamasının nedeni işin sadece ekonomik olmadığını gösteriyor. Dünyada her ülkeye en az yüzde 10’luk gümrük tarife artışı ortaya konurken Çin, Japonya, AB ülkeleri, Meksika, Kanada, Güney Kore gibi ülkelere yüzde 20’den başlayan tarifeler konması, işin başka bir boyutunu ortaya koyuyor. Dünyada üretilen kaynağın yüzde 27’sini tüketen devasa ABD pazarı bu tarifeler ile bazı ülkeleri cezalandırırken, bazı ülkeler için fırsatlar sunuyor. Cezalandırılan ülkelerin özelliklerine bakıldığında iki önemli unsur öne çıkıyor. Bu ülkelerin özelliği ABD ile ticarette ya cari fazla veren ya da ABD sermayesi ile büyüyen ülkeler olması dikkatlerden kaçmıyor.
Son günlerde ABD ile Çin arasında tırmanan gerilim, yalnızca teknoloji ve sanayi sektörlerini değil, tarım ve gıda ticaretini de büyük bir belirsizliğin içine sürüklüyor. Bugün artık açıkça görülüyor ki, ticaret savaşlarının ilk ve en ağır darbeyi indirdiği alanlardan biri tarım ve gıda zinciri olmaya namzet duruyor. Tarım ürünleri, küresel ticaretin en hassas bileşenlerinden biri. Çünkü üretim coğrafi olarak sınırlı, iklime bağımlıdır. Birçok ürün zaman baskısı altında pazara sunulmak zorundadır. Bu özellikler, tarım ticaretini daha kırılgan kılıyor. Bugün artık ticaret savaşları, bu doğal kırılganlıkların üzerine siyasal bir kırılganlık katmanı daha ekliyor.
ABD ile Çin arasında poker oyununa dönüşen karşılıklı gümrük tarife artışlarının nasıl sonuçlanacağını kimse öngöremiyor. Trump seçim kampanyasında “Amerikalı çiftçiler daha çok kazanacak” sloganını sık sık kullandı. Biliyorlar ki gümrük tarifelerinin yükseltilmesi ülke içinde fiyatların artmasına neden olacak; dolayısı ile ABD içinde enflasyona neden olacaktır. Ülke içinde enflasyonu baskılamanın en kolay yolu, enerji piyasasını yani petrol fiyatlarını baskılamak.
Petrol üreten ülkelere yapılan baskıyla Brent petrol fiyatları 80 dolardan 65 dolara geriledi. Petrol fiyatlarının geri gelmesi, tarımda üretim maliyetlerinin düşmesine, dünya gıda fiyatlarının geri gelmesine neden olacak. Amerikan çiftçisi nispeten yüksek gümrük fiyatları ile korunurken, maliyetleri azaltılarak daha çok kazanması hesaplanıyor.
Peki ya dünyanın geri kalanı ne olacak? Gümrük duvarlarına takılan ülkelerin üretim yığılmaları ne olacak? 1,9 trilyon dolarlık tarım ve gıda pazarının nasıl şekilleneceğini kimse öngöremiyor. Tarımsal üretim ve gıda ticaretinde büyük bir belirsizlik daha da derinleşiyor.
Ticaret savaşları en çok Çin, Meksika ve Kanada’daki üreticileri olumsuz etkileyecek.
Ticaret savaşlarında tarım sektörü de olumsuz etkilenecektir. Çiftçiler gelecek yıllarda üretim planlamasını neye göre yapacak bilinmiyor. Büyük bir pazarın kapıları kapanan ile kapıları nispeten açılan kapılarda her anlamda belirsizlik yaratıyor. Meydana gelebilecek üretim dalgalanmaları çiftlik gelirlerinin belirsizliğine neden olacağı gibi bazı yerlerde yatırım iştahını azaltacağı ve kırsal ekonomileri kırılganlaştıracağını gösteriyor.
Tarım ürünleri üzerindeki tarife savaşlarının görünmeyen etkisi ise küresel iş birliğini zayıflatması. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi kurumlar, tarımsal emtia ticaretin serbestleşmesi için büyük çaba harcamıştı. Ancak son yıllarda artan ikili anlaşmalar ve bölgesel bloklaşmalar, küresel düzeyde ortak kuralların etkisizleşmesine yol açıyor. Bu da Dünya Ticaret Örgütü varlığını sorgulatırken, küçük ve orta ölçekli tarım çiftlikleri için oyunun kurallarını öngörülemez hâle getiriyor.
Türkiye doğru hamlelerle kazançlı çıkabilir
Bazı ülkeler için ticaret savaşları, kısa veya uzun vadeli fırsatlar doğurmuş olabilir. Brezilya, Arjantin ve Türkiye gibi ülkelerin ABD-Çin geriliminden doğan boşlukları doldurmak için yeni pazarlara erişim sağlayacağı görülüyor. Ancak bu kazanımların kalıcılığı belirsiz. IMF Başkanı Kristalina Georgieva, belirsizliğin çok maliyetli olduğu, gerilimin hızlı bir şekilde çözülmesi ve bir an evvel çözüm bulunması gerekliliğinin altını çiziyor.
Petrol fiyatlarının geri gelmesi, doların diğer para birimlerine göre değer kaybetmesi Türkiye için makroekonomik anlamda olumlu göstergeler sunuyor. Ayrıca AB tarafında yüksek gümrük vergilerinden kurtulmak isteyen yatırımcılar ülkemizi tercih edebilir. Diğer taraftan dünya gıda fiyatlarında oluşacak kaos, Türk çiftçisini de olumsuz etkileyeceğine benziyor.
Gıda gibi yaşamsal bir sektörün, ekonomik ve siyasi pazarlıkların aracı hâline gelmesi, uzun vadede tüm insanlık için büyük bir risk barındırıyor. İklim değişikliği ile birlikte tarımsal üretim koşulları zaten ağırlaşıyor. Bu dönemde ülkeler, tarım ürünlerini korumacı reflekslerle kendi sınırları içinde tutmaya yönelirse, küresel gıda krizleri kapıda olabilir. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, ABD Başkanı Trupm’a bir çağrı yaparak az gelişmiş ülkelerin ek gümrük tarifesinin kaldırılması gerektiğini söylüyor.
Gıda erişimi ve güvencesine tehdit
Ticaret savaşlarının tarım ve gıda sektöründe yarattığı tahribat sadece ekonomik değil; sosyal, çevresel ve insani boyutları da olan derin bir meseledir. ABD tek egemen güç kalmak uğruna tarım ve gıda ticaretini araçsallaştırarak bu sektörün kırılganlığına katkı sağlamaktadır. Dünya nüfusu artmaya devam ederken, 750 milyon insan açlıkla mücadele ediyor. Bugün devletlerin her zamankinden daha fazla iş birliğine, dayanışmaya ve adil bir küresel tarım ve gıda ekosistemi ve ticaretine ihtiyaç var. Ticaret savaşları, insanın en temel yaşamsal ihtiyacı olan gıdaya erişimi ve güvencesini tehdit edecek tehlikeli politikalar içeriyor.