
Table of Contents
Neredeyse her şeyin ve her yerin sahibi olduğunu düşünen hırstan ve bencillikten gözü dönmüş bir adam, binbir emekle ve çabayla yetiştirilen, her türlü canlının uyum ve barış içinde yaşadığı bahçeye el koymaya kalkar ve olaylar gelişir… İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Nazım Hikmet’in yazdığı, Ümran İnceoğlu’nun uyarladığı, “Sevdalı Bulut” adlı çocuk oyununu seyirciyle buluşturdu.
Memleket sevgisi ve hasretiyle birbirinden değerli yapıtlara imza atarak Türk ve dünya edebiyatına adını yazdıran Nazım Hikmet’in eseri Sevdalı Bulut seyirciyle buluştu. Ayşe Kız’ın bahçesini savunurken yaşadıklarını anlatan çocuk oyunu “Sevdalı Bulut”, dün Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi’nde ilk gösterimini yaptı. Dekor ve kostüm tasarımıyla çocukları etkileyen, ses, ışık ve efekt tasarımıyla çocuklara renkli bir dünyanın kapılarını açan oyun uzun süre alkışlandı.
Müziğini Çiğdem Erken’in, dramaturgisini Ergün Özdemir’in, dekor-kostüm tasarımını Sebahat Çolakoğlu’nun, kukla-obje tasarımını Candan Seda Balaban’ın, koreografisini Eftal Gülbudak’ın, ışık tasarımını Fatih Kara, Mustafa Türkoğlu’nun, efekt tasarımını Caner Özdemir’in yaptığı, şarkı sözlerini Ümran İnceoğlu’nun yazdığı, fotoğraflarını Sadi Ayan’ın çektiği oyunda Ada Alize Ertem, Berk Samur, Canan Kübra Birinci, Emre Çağrı Akbaba, Enes Mazak, Erkan Akkoyunlu, Şeyda Arslan, Tuğçe Açıkgöz, Yasemin Güvenç rol alıyor.
Oyun nisan ayında temsille Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşmaya devam edecek.
‘SEVDALI BULUT’ OYUNUNUN KONUSU
Dünyanın bir yerinde, neredeyse her şeyin ve her yerin sahibi hırstan ve bencillikten gözü dönmüş bir adam, Ayşe Kız’ın binbir emekle ve çabayla yetiştirdiği, her türlü canlının uyum ve barış içinde yaşadığı bahçesini elinden zorla almaya çalışır.
Ayşe Kız’ın bahçeyi savunurken verdiği bu haklı mücadelede Sevdalı Bulut ve dostları el ele vererek dayanışmayı büyütür.
Nazım Hikmet kimdir?
Nâzım Hikmet Ran, Türk şair, oyun yazarı, romancı, hatıratçı ve 20. yüzyıl Türk ve Dünya Edebiyatına şekil veren en önemli isimlerden biridir. Eserleri genellikle aşk, özgürlük, sosyal adalet ve insan temalarını konu edinir. Hayatı boyunca, komünist inançları nedeniyle siyasi zulümle karşılaşmış ve yaşamının büyük bir bölümünü hapishanede geçirmiştir. Bütün bu zorluklara rağmen, dokunaklı şiirleri, devrimci coşkusu ve sosyal adalet için verdiği kararlı mücadelesi ile tanınır.
Nâzım, önemli bir Osmanlı ailesinde yetişti ve ayrıcalıklı bir çocukluk geçirdi. Babası, Sivas Valisi Şair Mehmet Nâzım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey, önde gelen bir Osmanlı bürokratıydı; annesi ise ressam Ayşe Celile Hanım’dı. Çocukluk yılları, kültürel ve entelektüel uğraşların hakim olduğu Selanik cemiyetinde geçti. Ailesi, Nâzım’ın erken yaşta edebiyata olan ilgisini destekledi.
Babasın işi sebebiyle İstanbul’a taşındılar ve Nâzım ilk öğrenimini Göztepe’deki Taş Mektep’te tamamladıktan sonra bir süre Galatasaray Lisesi’nde ve sonrasında Nişantaşı Sultanisi’ne okudu. Burada kendisi gibi edebiyata tutkun ve siyasi konulara meraklı Vâlâ Nûreddin ile tanıştı ve kısa süre içinde yakın dost oldular. Gençlik yılları, canlı entelektüel bir atmosferde geçti; farklı fikirlerle tanıştı. 1917’de Heybeliada Bahriye Mektebi’nde kısa bir dönem öğrenim gördükten sonra geçirdiği sağlık sorunları nedeniyle askerlikten ihraç edildi.
Nâzım, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve yükselen milliyetçilik akımlarından derinden etkilendi. Marjinalleştirilmiş insanlar için sesini yükseltme tutkusu, onu solcu ideolojilere iyiden iyiye yaklaştırdı. Nâzım ve Vâlâ Bolu’da yeterince etkin olamadıklarını düşünüyorlardı, buradaki tutucu ve baskıcı çevre onları zorlamıştı. Bir yandan da Nâzım anne ve babasının ayrılığının yarattığı derin bir buhran içerisindeydi. Bunların neticesinde 1921 yılında Nâzım ve Vâlâ istifalarını vererek, önce Batum’a ardından da Moskova’ya gittiler ve burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) eğitim gördüler. Nâzım bu dönemde ilk evliliğini yaptı ve Nüzhet Hanım ile evlendi ancak bu evlilik çok uzun sürmedi. 1924’te Türkiye’ye geri dönerek Orak-Çekiç Gazetesi ve Aydınlık Dergisi’nde yazmaya başladı.
1925 Mart’ında çıkan Takrir-i Sükûn Kanunu aracılığıyla liberal, sosyalist her türlü muhalif kuruluşlar ve yayın organları kapatıldı, birçok yazar tutuklandı. Nâzım da bu seferberlikten nasibini aldı ve “ülkenin huzurunu, güvenliğini ve toplumsal düzenini bozma” gerekçesiyle Ankara İstiklal Mahkemesi’nde gıyaben yargılandı.
Gizli komünist parti üyeliğinden 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı ve tekrar Moskova’ya kaçmak zorunda kaldı. 1926 yılında daha önce Moskova’dayken tanıştığı Lena Yurçenko ile evlendi.
1928’de çıkarılan Af Kanunu’ndan faydalanarak Türkiye’ye geri döndüğünde, pasaportsuz sınırı geçtiği için Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından üç aylık hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul’da bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 1930 yılında, kız kardeşi Samiye’nin arkadaşı ve İstanbullu soylu bir ailenin kızı olan Piraye Altınoğlu ile tanıştı. Ancak Piraye Hanım evli ve iki çocuk annesi bir kadındı; buna rağmen Piraye ve Nâzım arasındaki ilişki çok geçmeden tutkulu bir aşka dönüştü. Piraye 1932 yılında Vedat Örfi Bengü’den ayrıldı.
1933 yılında “Gece Gelen Telgraf” adlı şiir kitabı nedeniyle komünizm propagandası yapmakla suçlanarak tutuklandı ve cezaevine gönderildi. Nâzım, kendisiyle birlikte bu davada yargılanan beş kişiyle birlikte 5 yıl ağır hapse mahkum edildi ancak Af Kanunu’ndan yararlandırılarak serbest bırakıldı. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra, nihayet Piraye’sine kavuştu ve 31 Ocak 1935’te evlenerek “Ran” soy ismini aldı. Nâzım, Piraye’nin çocuklarını da kendi çocukları gibi benimsedi. Bilhassa Memet Fuat ile ilişkisi gerçek bir baba-oğul ilişkisiydi. Memet Fuat ilerleyen yıllarda Türkiye’nin önde gelen eleştirmen ve yayıncılarından biri oldu ve Nâzım Hikmet’in bir çok eseri onun çabalarıyla okurlarına ulaştı.
Nâzım Hikmet’in cezaevi yaşamı, Harp Okulu ve Donanma davalarıyla ilişkili yargılamalar sonucunda başladı. 1938 yılında, ordu içinde sosyalizmin yayılmasına ve ülkenin komünist bir devlete dönüşmesine yönelik yönergeler verdiği iddiasıyla 15 yıl ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırıldı. Ardından, 29 Ağustos 1938’de görülen Donanma Davası’nda “Erkin Gemisi”nde askeri isyana teşvik etmek suçlamasıyla 13 yıl 4 ay daha hapse mahkum edildi ve toplamda 28 yıl 4 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı.