Table of Contents
Medya Gerçekleri ne kadar yansıtıyor?
19 Mart 2025 sabahı, İstanbul’un göbeğinde bir deprem etkisi yaratan bir haber düştü: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma, kişisel verileri hukuka aykırı kaydetme ve hatta “kent uzlaşısı” kapsamında PKK/KCK terör örgütüne yardım suçlamalarıyla gözaltına alındı. Dört gün sonra, 23 Mart’ta nöbetçi sulh ceza hakimliği, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarından tutuklanmasına karar verdi, ancak terör suçlamasından tutuklama talebi reddedildi.
Aynı operasyonda, aralarında İBB iştirakleri Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ongun, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın da bulunduğu 48 kişi yolsuzluk, üç kişi ise terör suçlamalarından tutuklandı. Aynı gün, CHP’nin İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı ilan etmesi ve İçişleri Bakanlığı’nın onu İBB Başkanlığı görevinden uzaklaştırması, olayı siyasi bir fırtınanın merkezine taşıdı. Peki, bu olay Türkiye’de medyanın, toplumun ve demokrasinin neresinde duruyor? Gelin, bu karmaşayı bir blog yazısında masaya yatıralım.
Haberciliğin Taraflı Yüzü: Hakikat Nerede?
İmamoğlu’nun tutuklanması, Türkiye’deki kutuplaşmanın halini bir kez daha gözler önüne serdi. İktidara yakın yayın organları, Anadolu Ajansı ve Sabah gibi, suçlamaların ciddiyetine odaklandı. Anadolu Ajansı, gizli tanık “Meşe”nin ifadelerine dayanarak Şişli Belediye Başkanı Şahan’ın “PKK sempatizanı” olduğunu ve İBB iştiraklerinde terörle iltisaklı kişilerin işe alındığını iddia etti. Sabah, yolsuzluk suçlamasından tutuklama kararını vurgularken, Başsavcılığın terör suçlamasıyla ilgili ret kararına itiraz edeceğini duyurdu. Ancak bu yayınlar, gizli tanık ifadelerinin güvenilirliğini sorgulamadan aktararak masumiyet karinesini hiçe saydı. Somut delillerin kamuoyuyla paylaşılmaması, bu haberlerin tarafsızlığına gölge düşürdü.
Öte yandan, muhalif medya da kendi cephesinden bir çerçeve çizdi. Euronews, İmamoğlu’nun tutuklanmasının 2028 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Erdoğan’ın en büyük rakibini saf dışı bırakma hamlesi olduğunu öne sürdü. Avrupa Konseyi’nin “demokrasiye saldırı” ve Fransa Dışişleri Bakanı’nın “demokrasiye ciddi bir darbe” açıklamalarına yer veren Euronews, uluslararası tepkileri öne çıkardı. Halk TV, sürecin hukuksuz olduğunu savundu ve gizli tanıkların güvenilirliğini sorguladı. Ancak, bu yayınların CHP’ye yakın duruşları, tarafsızlık eleştirilerine yol açtı. Her iki taraf da adeta kendi “hakikat” narratifini dayatırken, vatandaşlar gerçeğe ulaşmakta zorlandı.
Uluslararası medya da sessiz kalmadı. BBC, İmamoğlu’nun “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” anlayışıyla Erdoğan için ciddi bir tehdit oluşturduğunu yazarken, Al Jazeera, İmamoğlu’nun yargıya müdahale suçlamalarını reddettiğini ve sürecin siyasi olduğunu savunduğunu aktardı. Ancak, uluslararası medyanın bazı yorumları, Türk yargı sisteminin iç dinamiklerini yeterince anlamadan genelleme yaptığı için eleştirildi. Sonuç? Medya, hakikati aydınlatmaktan çok, kutuplaşmayı körükleyen bir aynaya dönüştü.
Toplumun Nabzı: Protestolar ve Kutuplaşma
İmamoğlu’nun tutuklanması, Türkiye’de son on yılın en büyük protesto dalgasını tetikledi. İstanbul, Ankara ve İzmir’de sokaklara dökülen binlerce insan, polisin biber gazı, tazyikli su ve plastik mermiyle müdahalesiyle karşılaştı. Resmi verilere göre, 2.000’den fazla kişi gözaltına alındı, 300’den fazlası tutuklandı. CHP, süreci “darbe girişimi” olarak nitelendirirken, DEVA Partisi lideri Ali Babacan, “Bu, sandığın kutsallığını sona erdiren bir teşebbüstür” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise protestoları “şiddet hareketi” olarak tanımladı ve yargıya baskı yapılmaması çağrısında bulundu. Toplum, adeta bir ikiye bölündü: Bir yanda İmamoğlu’nu savunanlar, diğer yanda yargı sürecine güvenenler.
Bu kutuplaşma, taraflı yayınlarla daha da derinleşti. Vatandaşlar, dezenformasyonun gölgesinde hakikate ulaşmakta zorlandı. Gizli tanık ifadelerine dayalı suçlamalar, somut delillerle desteklenmeden medyada geniş yer buldu. İmamoğlu’nun avukatları, basına sızdırılan iddianamenin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini savundu. Protestoları takip eden yedi gazetecinin “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet” suçlamasıyla gözaltına alınması ise basın özgürlüğüne vurulan bir darbe olarak görüldü. Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA), bu tutuklamaları “kumpas” olarak nitelendirdi.
Doğru Bilgi Krizi: Çözüm Nerede?
İmamoğlu’nun tutuklanması, Türkiye’deki medya etiği ve tarafsız habercilik krizini bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Medya kuruluşlarının çoğu, siyasi eğilimlerine göre seçici habercilik yaptı. Örneğin, Anadolu Ajansı’nın yolsuzluk iddialarını detaylıca aktarması, ancak İmamoğlu’nun savunmasını sınırlı şekilde vermesi, tarafsızlık ilkesini zedeledi. Benzer şekilde, Halk TV Sözcü TV gibi muhalif yayınların suçlamaları tamamen reddederek siyasi kumpas narratifine odaklanması, dengeli habercilikten uzaklaştı. Peki, bu kaosun içinden nasıl çıkılır?
Etik İlkelerin Güçlendirilmesi: Medya kuruluşları, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Gazetecilik Meslek İlkeleri” gibi standartlara bağlı kalmalı. Bu noktada medyanın finansmanı ve sahipliğinin üzerine düşünerek çözümler üretmek gerekiyor. Doğruluk, tarafsızlık ve kamu yararı, haberciliğin omurgası olmalı. Watergate skandalında Washington Post’un kaynak doğrulama ve etik habercilik yaklaşımı, Türk medyası için ilham verici bir örnek olabilir.
Halkın Okuryazarlığı: Vatandaşlar, medya okuryazarlığı eğitimleriyle taraflı haberleri sorgulayabilir. Örneğin, gizli tanık ifadelerinin güvenilirliğini, ya da siyasi kumpas iddialarına eleştirel bir gözle değerlendirerek dezenformasyona karşı direncç artar. Bu yaklaşım, özellikle genç nesiller için kritik bir adım.
Uluslararası İş Birlikleri: WikiLeaks gibi platformlardan ilhamla, Türk gazeteciler uluslararası habercilik ağlarıyla iş birliği yaparak baskılara karşı daha güçlü bir ses oluşturabilir. Ancak, bu iş birlikleri, Türkiye’nin yerel dinamiklerine duyarlı olmalı. Ne yazık ki yurtdışı kaynaklardan fon alan yayın organlarının da belirli ajandalarla hareket etmesi söz konusu.
Medya, Dördüncü Kuvvet Olabilir mi?
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, Türkiye’deki demokratik işlevleri sorgulatan bir dönüm noktası oldu. İktidara yakın yayıncılar suçlamalara, muhalif yayıncılar ise siyasi kumpas iddialarına odaklanırken, halk hakikatin peşinde yitip gitti. Watergate gibi örnekler, medyanın bağımsız ve etik çalıştığında demokrasiyi güçlendirebileceğini gösteriyor. Ancak Türkiye’de siyasi ve ekonomik baskılar, medyanın “dördüncü kuvvet” rolünü gölgeliyor. İmamoğlu olayında gizli tanık ifadelerine dayalı haberlerin sorgulanmadan yayınlanması, dezenformasyon riskini artırdı ve medya etiği tartışmalarını alevlendirdi.
Güvenilirliği geri kazanması için etik ilkelerin güçlendirilmesi, bağımsız platformların desteklenmesi ve halkın okuryazarlığının artırılması şart. Aksi takdirde, medya, iktidar ilişkilerinin bir uzantısı olmaktan kurtulamayacak ve halkın güvenini tamamen yitirecek. Hakikat, ancak tarafsız ve sorumlu bir medya ile gün yüzüne çıkabilir. Sizce, Türkiye bu yolda ne kadar ilerleyebilir? Yorumlarınızı bekliyoruz!