
Table of Contents
Boğaziçi Üniversitesi, Türkiye’de çok sesliliğe saygı gösteren liberal bir kurum olarak tanınıyordu.
2012’de senato tarafından kabul edilen üniversitenin temel ilkeleri arasında, “özgürlükçü; bilimsel olarak özgür ve bağımsız; akademik, idari ve mali anlamda özerk” tanımları yer alıyor.
BBC Türkçe‘nin konuştuğu kişiler de üniversitede geleneksel olarak etnik kökeni, dini, cinsel yönelimi farklı olanların iyi anlaştığını, farklı ideolojik görüşlere sahip kişilerin saygı çerçevesinde oturup konuşabildiğini anlatıyor.
2021 yılında önce Prof. Dr. Melih Bulu’nun, ardından Prof. Dr. Naci İnci’nin cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanması ile okulda protesto gösterileri başladı ve Türkiye’deki siyasi kutuplaşmanın üniversiteye de yansıdığı izlenimini doğuran olaylar meydana geldi.
Haber serimizin ilk bölümünde üniversitede beş yıldır yaşananları aktardık:
Bu haberimizde, bu yaşananların üniversite kültürünü ve akademik başarıyı nasıl etkilediğini inceledik.
Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri ve öğrencilerinin yanı sıra Rektör Prof. Dr. Naci İnci ile konuştuk.
‘Biz 1970’lerde bile okula polis çağırmadık’
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaklaşık 40 yıl öğretim üyesi olarak çalışan Prof. Dr. Alpar Sevgen, okulda geleneksel olarak farklı ideolojik görüşteki kişilere var olma imkanı tanındığını anlatıyor:
“1970’ler, özellikle ikinci yarısı, Türkiye’nin terör ortamında olduğu bir zaman dilimi. Biz bu zamanda bile okula polis çağırmadık. Talebe fraksiyonları var, münakaşaları var. Biz dedik ki ‘Toplanın, konuşun, birbirinizi iknaya çalışın ama kavga edeni, zorbalık yapanı derhal disipline veririz.’
“Boğaziçi ne kadar aşırı olursa olsun hiçbir öğrencisini siyasi düşüncesinden dolayı cezalandırmadı ama arkadaşına fiske vuran ceza aldı.”
Şimdi ise okulun her tarafında kameraların olduğu, güvenlik personelinin ve sivil polislerin gezdiği öne sürülüyor.
Öğrenci temsilciliğini kısa süre önce devreden Kaan Akkaş BBC Türkçe‘ye, “Güvenlik [personeli] çok arttı ve her sene daha da artan agresyon durumu var” diyor ve ekliyor:
“Bu sene oryantasyon günlerinde bir arkadaşımız güvenlikler tarafından tekmelendi ve yere düşüp nefessiz kaldı.
“Güvenlikler üniversite etrafında da sürekli olarak geziyorlar. Binaların içine giriyorlar, öğrencilerin ortak alanlarında geziyorlar.
“Okulun girişinde her gün bekleyen iki tane çevik otobüsünden, 20-30 çevik kuvvet personelinden bahsetmiyorum bile.
“Sürekli olarak üniversite içerisinde birileri sizi izliyor ve birileri sizin ne dediğinizi dinliyor durumu var.”
BBC Türkçe okulda geçirdiği bir günlük süre içerisinde çevik kuvvet personeli görmedi.
‘Kameralar kadın öğrencilerin başvurusu üzerine yerleştirildi’
Rektör Prof. Dr. Naci İnci BBC Türkçe‘ye verdiği röportajda, kampüs çevresindeki kameraların, kadın öğrencilerin istismara uğradıklarını söyleyerek kendilerine başvurmaları nedeniyle yerleştirildiğini belirtiyor.
“Kamera dersliklerde yok. Banyoda da olmaz. Kamera nerede olur? Öğrencilerin güvenliği açısından tenha yerlerde, koruda olur” diyor.
Prof. Dr. İnci, öğrencilerin dile getirdiği, derslere sivil polislerin girdiği iddiasını da kesin bir dille yalanlıyor.
Akademisyenlerin derslerine karışılmadığını belirten İnci, “Hatta provokasyona sebep olan bazı hocalar derslerde aleyhimize slaytlar gösteriyorlar; yönetim şöyledir, böyledir diye… Biz onlara da karışmıyoruz. Özgürlük buysa, biz özgür değiliz” diyor.
Boğaziçi Üniversitesi hazırlık sınıfı öğrencileri Şubat ayında bir e-postayla ders çalışılan ortak alanlarda “uygunsuz” yakınlaşmamaları, aksi takdirde “kameralarla tespit edilerek haklarında disiplin soruşturması başlatılacağı” konusunda uyarıldı.
Prof. Dr. Naci İnci, “Bazı öğrenciler, bazı öğrencilerin uygunsuz davranışları yüzünden ders çalışamamışlar. Şikayet etmişler okul müdürlüğüne. Okul müdürlüğü ‘Böyle yapmayın’ diye e-posta göndermiş. Öbürlerinin hakkını korumak için böyle bir şey yapmış. Rektörlüğün herhangi bir tasarrufu olmadı. Büyütülecek bir şeyi yok yani” diyor.
Üniversitenin özgürlükçü kültürü yok mu oluyor?
BBC Türkçe‘nin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Alpar Sevgen, Melih Bulu’nun atanmasıyla başlayan sürecin Boğaziçi Üniversitesi’nin özgürlükçü kültürünü “yok etmeyi” amaçladığını düşünüyor.
“Boğaziçi fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir gençlik yetiştirmeye çalışıyor. Hiçbir otoritenin dediğini o otorite dedi diye kabul etme. İncele, verilere bak, kafan alıyorsa o zaman kabul et.
“Bununla ‘Biz biatçı gençlik yetiştireceğiz’ tam birbirinin tersi yönde eğitim. Bizde hocayı eleştirmek, derste bir noktayı eleştirmek gayet mümkün. Hocayla tartışma, öğrencilerin kendileri arasında tartışmaları, karşıdakinin söz hakkına da hürmet göstererek, gayet mümkün.”
Boğaziçi Üniversitesi’nde “beraber yaşama kültürü”nü oturtmaya çalıştıklarını anlatan Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mine Eder de şöyle konuşuyor:
“Ben şimdi derse giriyorum siyaset bilimi öğrencisi olarak, Kürt sorununu tartışıyorum, FETÖ’yü tartışıyorum. Müslümanı var, Kürdü var, Alevisi var vs. Muhteşem bir ortam bu. Burada öğrenme olur. Siz kendi rahatlık alanınızdan çıktığınızda zaten öğrenmeye başlarsınız. Burası böyle bir yerdi.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2018 yılında Boğaziçi Üniversitesi mezunlarına yaptığı konuşmada, “Boğaziçi ülkemizin en prestijli yüksek öğretim kurumlarından biridir” demişti.
Fakat üniversitenin “ülke ve milletin değerlerine yaslanmadığı için uluslararası alanda beklendiği yere gelemediğini” savunmuştu.
Prof. Dr. Mine Eder BBC Türkçe’ye “Ben bundan daha yerli, daha milli bir proje düşünemiyorum” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Çünkü ben geliyorum, çok fakir bir Anadolu çocuğunu burada Türkiye’nin bir numaralı eliti yapıyorum. Bundan daha büyük yerli, milli proje söyleyin bana.”
Rektör üniversitenin ‘fethedildiği’ söylemi hakkında ne düşünüyor?
Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü 10 Mart 2025’te kampüste 10. kez iftar programı düzenledi, ardından akşam namazı kılındı.
Rektör İnci, “Bu güzel Ramazan geleneğini yaşatan İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK) üyelerini kutlarım” mesajını paylaştı.
Hükümete yakın olarak bilinen isimler de kampüste namaz kılanları gösteren fotoğraflar paylaşarak üniversitenin sonunda “fethedildiği” yorumlarını yaptı. Misvak dergisi, fotoğrafın üzerine “İnlerine girdik inlerine!” yazdı.
“Üniversitede bir kültür savaşı mı yaşanıyor?” sorumuzu Rektör İnci, Boğaziçi Üniversitesi’nde iftar da düzenlendiği, klasik müzik konseri de verildiğini belirterek yanıtlıyor:
“Yani ne ne fethedilebilir ki? Müzik konseri olduğu zaman, Taşoda Konserleri’nde [kalabalıktan] kampüse giremezsiniz, her tarafı müzikçiler işgal etti mi diyeceğiz? Saçma bir şey bence.”
Üniversitede Ramazan’da iftar etkinliğinin devam etmesini destekleyen İnci, “Normal bir aktivite. Burası Müslüman bir ülke. Müslüman öğrenciler var. Müslüman olmayanlar da geliyor. Bu şeyleri abartmamak gerekiyor. Farklı yerlere çekmemek gerekiyor. O zaman kutuplaşmalar oluyor. Bu kutuplaşmalardan toplumu uzaklaştırmak lazım” diyor.
BBC Türkçe‘ye konuşan Boğaziçi Üniversitesi mezunu Agah Suat Atay, üniversitenin “Batı ile güçlü bağları, aydın akademisyenleri, muhalif kurum kültürü olduğu ve yerli ve millinin tam zıddı olarak görüldüğü için hedef alındığını” düşünüyor.
Ama aynı zamanda bunun bir ikilem yarattığı kanaatinde:
“Bir şeyi değerinden dolayı ele geçirmek istediğin zaman, onu ele geçirdiğin anda o değerini kaybediyor. Onu fethederken aslında o yaldızları dökülüyor Boğaziçi’nin. Çünkü fethettiğin anda o Boğaziçi olmaktan çıkıyor zaten. Bu da onların dilemması aslında” diyor ve ekliyor:
“Bu, Türkiye’deki bütün devlet üniversitelerinin büyük bir kalite kaybı yaşamasına, öğrencilerin fırsatı varsa yurt dışına gitmesi, yoksa Türkiye’deki özel üniversiteleri tercih etmesine yol açıyor.”
Akademik başarı nasıl etkilendi?
Peki Boğaziçi Üniversitesi’nde tüm bu yaşananlar akademik başarıyı nasıl etkiliyor? Öğrencilerin üniversiteyi tercih etmesinde bir engel teşkil ediyor mu?
Prof. Dr. Mine Eder, Türkiye’deki “en başarılı öğrenciler hâlâ buraya geliyor ama ne kadar daha gelirler bilmiyorum” diyor.
Rektör İnci ise “Geçen sene [üniversite sınavında] üç alanda birincileri aldığımız gibi ikincileri, üçüncüleri de aldık ve ilk dokuzun sekizi bize geldi. İlk 100’e baktığınız zaman 70 kadar öğrenci bize geliyor. İlk 1000’in neredeyse 700-800 arası bize geliyor. Yani en değerli, en iyi öğrenciler bize geliyor” diyor.
Dünyada üniversitelerin kalitesini değerlendiren Times Higher Education ve QS listelerine göre üniversitenin dünya çapındaki sıralamasında 10 yıl içinde bazı değişiklikler olmuş.
Times Higher Education’a göre, Boğaziçi Üniversitesi 2014-2015 yılında 400 üniversite arasında 139. sıradayken, yıllar içerisinde 801-1000 bandına kadar geriledi.
2025’te, 601-800 bandında yer aldı.
QS Dünya Üniversite Sıralamaları listesine göre okul 2015’te 399’uncu sırada yer alırken, yıllar içerisinde 701-750 bandına düştü.
2025’te 418. sırada yer aldı.
Rektör Naci İnci, üniversitenin sıralamalardaki gerileyişini listeye alınan üniversite sayısının artmasına bağlıyor.
Görevden uzaklaştırılan öğretim görevlisi Can Candan’a göre, üniversitede yaşananlar akademisyenlerin başarısını olumsuz etkiliyor: “Boğaziçi Ocak 2021’den itibaren bir yönetim krizi içinde her anlamıyla. Şimdi böyle bir ortamda tabii ki insanlar verimli bir şekilde çalışamıyor.”
Prof. Dr. Alpar Sevgen de bir üniversitenin başarısını, akademik kadrosunun belirleyeceğini vurguluyor:
“Şayet iyi hocaları bulamazsanız, iyi hocaları muhafaza edemezseniz, iyi bir üniversite olamazsınız. İyi hocalar olduğu zaman, iyi öğrenci gelir, araştırma fonları gelir. Sonra üniversitenin adını bu iyi hocalar duyurur. Dünyada ismi tanınır, saygınlığı olur” diyor.
BBC Türkçe‘nin gördüğü rektörlük imzalı bir yazışmada, “kanuna aykırı eylemler” nedeniyle öğrenci adaylarının üniversiteyi tercih etmekte “tereddüte düştüğü” ifade ediliyor.
Aynı yazışmada bunun “başarılı öğrenci adaylarının üniversiteye kazandırılma çabalarını sekteye uğrattığı” ifade ediliyor.
Aynı zamanda adaylarda ve ailelerinde, eğitimde ve kampüste “politik kutuplaşmanın ve siyasi düşüncelere dayalı dışlamanın hâkim olduğu” yönünde algı oluştuğu uyarısı yapılıyor.
Sosyal yaşam nasıl etkilendi?
Peki öğrenciler yaşananları nasıl yorumluyor?
Okulda “çok politik bir ortam” olduğunu söyleyen psikoloji bölümü ikinci sınıf öğrencisi Amina Gülnare İleri bundan şikayetçi.
“Siyasetten etkilenmemesini isteriz eğitim sürecimizin ama illa ki etkileniyor. Hocalarımız gidiyor, yerine farklı hocalar geliyor. Bazı dersler açılmamaya başlıyor.
“Hem rektörlüğün siyasi meselelerin bizi etkilemeyeceği şekilde davranması gerekiyor; hem öğrencilerin okulu politize etmemeye gayret etmesi gerekiyor diye düşünüyorum.”
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü ikinci sınıf öğrencisi olan Perigül Çakmak’a göre, üniversitede yaşananlar prestijini çok düşürüyor ve “havasından” 10 yıl sonra eser kalmayacak.
Öğrenciler okuldaki sosyal hayatın da değişime uğradığını söylüyor.
Perigül Çakmak, üniversiteye başladığında sosyal ve kültürel anlamda kendisini geliştirmek için “çok heyecanlı” olduğunu anlatıyor.
Ancak “siyasi olaylar, bunların öğrencilere çok yansıtılması ve özgür olamamak” hayal kırıklığı yaratmış.
Kendi ufak arkadaş ortamını kurabildiğini, ancak üniversite çapında bunu yapmanın pek mümkün olmadığını söylüyor. Şu an bir kulübe üye değil.
“Öğrencinin kendi kendini bulması sınıfta olmaz bir tek” diyen Prof. Dr. Mine Eder, kampüs yaşamının önemine dikkati çekiyor:
“Kulüp aktiviteleri en önemli şeydir öğrenciler için. Mühendislik okumaya gelmiş Nuri Bilgi Ceylan, sinemacı diye çıkmış. Bize özgü bir şey bu.”
Eski öğrenci temsilcisi Kaan Akkaş, çoğu kulübün uzakta ve altyapı sorunları olan bir binaya taşındığını, bunun da öğrencilerin sosyalleşme imkanını azalttığını savunuyor.
“Üniversite içerisinde öğrencilerin sosyalleştiği kulüpler dışındaki alanlar da kapatıldığı için o noktaya kadar, kulüpler son çareydi. Kulüpler de taşındıktan sonra hiçbir alanımız kalmadı” diyor.
Rektör Naci İnci ise kulüplerin yurt ihtiyacı nedeniyle taşındığını, yeni kulüp binasının içinde havuz da olan çok daha büyük ve güzel bir alan olduğunu söylüyor.
Son olarak öğrencilerin üniversitede yeni açılan “fahiş fiyatlı” bir kafeye mecbur bırakıldıklarını söyleyerek işgal eylemi düzenlemesinin ardından, eyleme destek verdiği belirtilen 28 kulüp ve altı topluluğun faaliyetleri bir aylığına durduruldu.
Prof. Dr. İnci, “Provoke eden hocaların tesirinde öğrenciler ayaklandırıldı bu yeni açılan kafeden dolayı ve bunu adeta bir kampüs kalkışmasına vardırmak istediler” diyor.
İşgal çağrısına destek veren kulüp ve toplulukların askıya alınmasının nedenini şöyle açıklıyor:
“Kriminal suça teşvik ediliyorlar. Biz yine onları koruma açısından, yani caydırıcı olsun diye, faaliyetlerini birkaç hafta durdurduk.”
Prof. Dr. Melih Bulu, 2021 yılında atanmasından bir ay sonra üniversitedeki LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nü kapatmıştı.
Eski öğrenci temsilcisi Kaan Akkaş, kapatılan başka kulüp olmadığını ancak kulüpler üzerinde kademeli olarak baskının arttığını söylüyor.
Örneğin sinema kulübünün göstermek istediği filmlerden sansüre uğrayanlar olmuş.
Çocukları LGBTİ+ olan Türkiye’den bir grup anne ve babanın hikayelerini anlatan, Boğaziçi Üniversitesi’nin eski öğretim görevlisi Can Candan’ın “Benim Çocuğum” belgeseli de bunlardan biri.
Üniversiteden iki kez uzaklaştırılan ve şimdi üçüncü kez üniversiteye dönebilmek için hukuki mücadele yürüten Candan, belgeselin Kültür Bakanlığı’ndan eser işletme belgesi olduğunu belirtiyor.
Akademik galasının 2013 yılında dönemin rektörü Prof. Gülay Barbarosoğlu’nun katılımıyla üniversitede yapıldığını, daha sonra da onlarca kez üniversitede gösterildiğini hatırlatıyor.
“Yani kurumda 2013 yılında bu kadar el üstünde tutulurken, 2021 yılında bir anda sansürlenen bir belgesel haline geldi” diyor.
Rektör Naci İnci, film gösterimleri konusundaki kararları kendisinin vermediğini söylüyor, ancak “Siz üniversitesiniz. Her türlü film de olmayacaktır tabii” diyor ve ekliyor:
“Deseler ki her türlü film seyredilecek, her türlü propaganda yapılacak… Bir anne baba razı olur mu buna? Hiç sanmam.”
Bundan sonra ne olacak?
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki krizin özünde 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan 703 sayılı KHK (kanun hükmünde kararname) var. Bu KHK, cumhurbaşkanına doğrudan rektör atama yetkisi verdi.
Öncesinde cumhurbaşkanı, öğretim üyelerinin seçtiği üç aday arasından devlet üniversitelerinin rektörlerini belirliyordu.
Boğaziçi Üniversitesi’nde ise en az oyu alan iki aday, en çok oyu alan aday lehine çekiliyor, böylece cumhurbaşkanının seçtikleri kişiyi ataması sağlanıyordu.
Anayasa Mahkemesi, Haziran 2024’te rektör ataması kuralının KHK ile değiştirilmesini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti.
İptal hükmü, bu yıl Haziran ayında yürürlüğe girecek.
Bu süreçte rektör ataması konusunda yasal düzenleme yapılması gerekecek.
Akademisyenlerin avukatlarından Fırat Kuyurtar, BBC Türkçe‘ye yaptığı değerlendirmede cumhurbaşkanına doğrudan rektör atama yetkisi veren KHK’nın böylece geçersiz kalacağını söylüyor.
Fakat Anayasa Mahkemesi’nin kararları geriye yürümediği için, Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan rektör atamasını hukuki olarak geçersiz kılmayacağını da ekliyor.
Rektör Naci İnci, BBC Türkçe‘ye verdiği röportajda, rektörlerin cumhurbaşkanı tarafından atanmasının doğru olduğunu savunuyor:
“Kesinlikle seçim olmaması lazım. [Seçim olursa] kamplaşma olur ve bunları gördük. Üniversite için son derece tehlikeli bir durum oluşur. Siyasi bloklaşmalar olur, düşmanlıklar olur. Dünyanın en iyi üniversitelerinde rektör atamayla gelir.”
Prof. Dr. İnci tekrar rektör atanırsa protestoların devam edip etmeyeceğini sorduğumuzda Can Candan, “özerk, özgür ve demokratik üniversiteyi savunmaya devam edeceklerini” söylüyor ve ekliyor:
“Etmek zorundayız zaten, bizim görevimiz o. Eğer biz kendimize akademisyen diyorsak, bu ilkeleri savunmakla mükellefiz. Bunu savunmayıp da siyasi iktidara biat edersek, titrimiz ne olursa olsun akademisyen sayılmayız ve biat eden insanların olduğu kurum da üniversite sayılamaz.”
KAYNAK: BBC TÜRKÇE